30 Mayıs 2018 Çarşamba

Cinsiyet Meselesi - #didemingozunden


Ne zamandır üstünde yazmak istediğim bir konuydu bu, çünkü cinsiyet meselesi insanlar üstünden çok başka yerlere çıktı gitti. Şimdi insanlardan çok eşyaların da cinsiyeti var; renklerin, tercihlerin, hobilerin, oyuncakların, bana göre olmaması gereken çoğu şeyin diyeyim size...


Bu cinsiyet meselesi yüzünden, çoğu çocuk biliyorum oynadığı oyuncaktan tutup izlediği çizgi filme kadar her şekilde yargılanan ve cinsiyetini belli eden şeylerle ilgilenmesi beklenerek büyütülüyor... Giydiği kıyafet, giymek istediği kıyafet bir erkek çocuğunun veya bir erkeğin "pembe" ise; çocuğun aklına gelmeyecek dereceden, hemen bir kızlığa özenmek ile yaftalanıyor. Bana göre, hiçbir şekilde pembe ve sarı kız rengi değildir, mavi ve siyahın da erkek rengi olmadığını düşündüğüm gibi...

Sosyoloji Lisans okuyorum, Açıköğretim Fakültesi'nde ve bu cinsiyet meselesi 3. ve 4. sınıfın ders başlıklarında da derslerin çoğu ünite başında da konu alan bir mesele. Kadınların çalıştığı şirketlerde ayrılmasından tutun da, erkeklerin hiç tasvip etmediğim kadınlar gibi kendine bakamaz adlandırılmasına dek. Yani Cinsiyet Meselesi, bir tek kadınlar üzerinde eksik kalmış, yozlaşlaşılmış değil; erkekler konusunda da, kadınları ayırdıkları ölçüde eksiklikler var...


Misal; takip ettiğim çoğu sayfada paylaşılan şu konu var, ki benim de çok dikkatimi çekiyor: 

"Başarılı aşçıların çoğu erkek aşçılarken, erkeklerin yemek yapmaktan anlamadığının düşünülmesi, 
Dünyadaki en zor acı olarak görülen doğum acısına katlanabilen kadınların da, acılara dayanıksız ve güçsüz görülmesi,
Ne kadar ironik değil mi?"


Şahsi fikirlerimi ve dünya üzerinde de böyle olması gerektiğini düşündüğüm en belirgin noktalara değineceğim; 

Bir kadın yemek yapabiliyorsa, erkek de yapabilir.
Bir kadın kişisel temizliğini yapabiliyorsa, erkek de yapabilir. Kadın erkeğin, erkek de kadının işini tamamiyle yapmak zorunda değildir.
Bir erkeğin çalıştığı her işte, bir kadın da çalışabilir. Bu hayatın gerekliliğinden çok, kendini yetiştirme ve kendi kendine yetebilmenin gerekliliğidir.
Erkekler de süslenebilir, bakım yapabilir. Yapmalıdır da bence, bir ortama girdiğimde kötü kokularıyla ve bakımsızlığıyla değil, bakımıyla ve saygınlığıyla karşılayabilmeli insanları erkekler de...
Bir oyuncak, cinsiyet meselesi ile ayrılmamalıdır bence. Bir kız çocuğu araba ile oynamak istiyorsa oynayabilmeli, erkek de oyun kurma oyunları oynayarak bebeklerle elbet oynayabilmelidir. Oyuncakları ayırdığımız için belki de, büyüdüklerinde kadınların ev işi yapabileceğini ve erkeklerin de sadece çalışıp eve para getireceğini düşünüyorlardır çocuklar?! Kesinlikle bu doğru olabilir!


Bir kadın, erkek gibi her iş alanında boy göstermelidir. Bu, elinin hamuruyla erkek işine karışmasın muhabbeti çok iğreti! Ben aksine, elinin yağıyla eve gelip de ellerinin kirini akıtıp, erkeklerimizin de ev işlerine yardım etmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü... 


Erkeklerin de cinsiyet meselesi üzerinde, evi geçindirmek gibi görevleri var ki; üzerlerine biçilmiş büyük görev gibi görülebiliyor. Dışarı çıktığında, bir yemek yenildiğinde o ödemeli; kadının elini cebine sokturmamalı; kadını kıskanmalı, kısıtlamalı (ki en iğrenç olduğunu düşündüğüm durumlardan biri bu). Tam aksine: kadın erkeği, erkek de kadını, sevmeli ve sevdiği için korumalı... Hayır, erkek kadar kadın da kendi ekonomisini elinde tutabilmeli! Ne bir erkek, ne de bir kadın karşı cinsinde birine bağımlı olmamalı. Bir evlilik akdi içerisinde birliktelikleri var ise; planları ekonomilerine göre ayrıştırılmalı ama birbirine bağımlı olmamalı...

Cinsiyet meselelerinde, sadece erkekleri bastıran sözler ediyoruz ya hani; erkek değil mi? erkekler işte, biz gibi değiller ki... Falan, yanlış ibareler bence. Bir erkeği yetiştiren kadın veya erkek, ona her ne öğretti ise çoğunlukla onun eseri. Özellikle de bizim ülkemizde. "Kadına nasıl giyinmesi gerektiğinden çok, erkeğe kadına nasıl davranması ve kadını nasıl görmesi gerektiğini öğretilmeli!" Bu cümleyi boşuna kullanmıyoruz!


Ve kadınlarımızı çiçek, erkekleri de böcek diye nitelendiren bir tayfa var ki; onlara göre, erkek pis kokmalı, kadın ise bakımlı olmalı... Hiç katılmadığım bir diğer nokta budur! Bana göre, kadın da erkek de bakımlı olmalıdır. Bakımlı olmaktan kastım, kusursuz makyajı ve de yüz ve vücut hatları olan insanlar değil. Bana göre bakımlı insan, yapabildiği beden temizliği ve de ruh temizliği ile bütündür. Bir erkek ter kokmamalı, ter kokmamaya olabildiğince özen gösterebilmeli; bakımlı olmak, gireceği ortamdakilere kendine saygısı olduğu kadar davranışlarından kılığına dek özen göstermek, onu "karı kılıklı" diye yaftalanmasına sebep görülmemeli. Böyle düşünenler, ne kadar iğretisiniz; bir bilseniz! Bir de saygılı olma meselesi var, erkekler "kaba" işte! diye normal kılınmamalı. Kadın, bir toplumda sinirlenmiş bir halde görüldüğünde de ayıplanmamalı. Erkeğe ve de kadına verdiğiniz toplumsal yükümlülükler çok ağır; erkeklerimiz toplumda kibar olmaktan, kadınlarımız da yeri geldiğinde kaba olmaktan korkuyor. Ama bence, karakterini geliştirebilmiş her insan, toplumda her daim kibar ve yeri geldiğinde de tercihlerine, yaşam stiline dokundurtmayacak kadar kaba olabileceği yeri bilecektir...

Bana göre bakım; yapılabildiğince temizlik ve de güzel davranış gösterme durumundan oluşur. Bir erkeğin bakımlı olması, onu "karı kılıklı" yapmaz. Aynı zamanda, bir kadının bakımlı olduğu durumda başkaları tarafından kusursuz olmadığının görülmesi de, onu "kezban" yapmaz. Bazıları kadın-erkek demeden insanları yaftalamaya ve de isimlendirmeye bayılıyorlar ve bu durum beni ciddi derecede rahatsız ediyor... Erkeklerin kendine dikkat edince "top" diye isimlendirilmesi mi dersiniz; kadınların kendisi beğendiği gibi süslenmesi durumunda "kaşar veya aranıyor" demesi mi derseniz! İsim bulmaya gelince, öylelerinin dilinde isim çoook...


Diyeceğim o ki; Cinsiyet Meselesi diye bir şey yoktur, onu insanlar oluşturur. Ben hiçbir hayvanın erkeğinin çok süslendiği gerekçesi ile, arkadaşları tarafından "Metroseksüel mi oldun!" diye ayıplanmasını, hiçbir hayvanın dişisine çok süslendiği gerekçesi ile "koca mı istiyorsun!" dendiğini, çok süslenmediği hallerde de "Iyy kezban!" deyip popoların döndürüldüğünü duymadım ve de görmedim. :) Düşününce de çok komik geliyor valla...

Biz insanların bazılarının "dilinin kemiği yok"! Dilindeki kemiğini geçtim, düşüncesinde bir saygınlık ve de utanç yok. Birini üzeceğim düşüncesi ile yaklaşmayacağı en hassas noktalara bile dokunup, toplum içinde "kendince" saygınlık kazanacağını düşünenler, herkese satışabiliyor. Ben böylesi insanlara; sizin zihniyetiniz değil, sevgiden, birlikten ve barıştan nasibini almaya uğraşanların zihniyeti kazanacak! Göreceksiniz... Diyorum. Çünkü edilebilecek çok beddua olsa bile, umut aşılamak istiyorum "ben gibi bu düzeni sevmeyenlere de."


Okuduğunuz için teşekkür ederim. :) Yazımda eksikliğiyle dikkatinizi çeken, atladığım noktalar kaldı ise yorumlara yazın lütfen. Hem destekleşelim hem de bu önyargı ve kalıpyargılarla davranışlarını bütünleyenlere karşı varolma durumlarımız artsın cümleten inşallah. Sevgilerimle... :)


26 Mayıs 2018 Cumartesi

Bazı Gerçekler, Sevmek-Sevilmek - #didemingozunden


"Sevmek eşsiz güzellikte bir duygudur." Bu benim en net şahsi fikirlerimden biri... Düşünürsünüz de sevmek kadar ne güzel olabilir ki? Bence, "Sevilmek ve sevdiğine kanaat getirebilmek kadar güzeldir tabii ki!" Güzel bir kişi tarafından sevildiğinize inanıyorsanız eğer veya bir gün inanıpta yanılmışsanız, hoş geldiniz benim dünyama... (Böyle tamamlayasım geldi cümleyi valla... :) )


Unutmamak lazım her zaman doğrularla karşılaşmazsınız bu dünyada. Zaman öylesi büyütür ki sizi yalanlarla ve düşlerden sürükler doğrulara; uyandığınızda yüzünüze çarpılan su değil acımasız gerçeklerdir bazen... Gün gelir de gerçek olduğunu düşündüğünüz şeylerin yalan olduğunu anlarsanız, korkuya kapılmayın! Aslında en son gördüğünüzü sandığınız gerçeği, zaman geçince fark ediyorsunuz ki kör olan gözünüzle bakmış ama görememişsiniz. "Şimdi gözleri açma vakti." dediğiniz zamanda kalmaya direnmeyin yeter, gözlerinizi bir an önce açın işte…



Zaman bana en net olarak şunu öğretti; başta geçer diye göz ardı ettiğimiz yanlışlar, katlanarak daha fena büyüyebiliyor. İçimizde, fikrimizde ve en önemlisi de kalbimizde... Bu karşı cinslerle olan ilişkilerimizde değil sadece, tüm ilişkilerde böyle esasında. Yalanı durdurabilmek lazım. Ya da "güvenebilmeyi bir kez daha deneyip yanılmak istemiyorum, zira karakterine güvenmiyorum karşımdakinin" derseniz; en başta ilişkinizi kesmeniz gereken nokta orasıdır işte diyorum, denemeyi sürdürmeyin bence...

Aynısının olacağını hissederek verilen ikinci şans, şans değilmiş meğer. Bile bile lades dedikleri bu oluyormuş...

Çok geç anlamadım bunları, daha çok gencim bence. Belki daha kaç güvensizlik olgusuyla karşılaşacağım ama atlattım deyip de bir şekilde içimde atlatamadığımı düşündüğüm bir konudur bu; Sevilmek... Sevilmeyecek kategoride görmüyorum kendimi şükür ki, bu konu öyle bir yere çıkan mevzuu değil yani. Sadece güvendiğim yerden kırıldığım 3 seferi hatırlıyorum, yanlış yapmışım diyorum. "Ama bu benim yanlışımdı!" diyerek de seviniyorum da aynı zamanda...

İnkar etmedim ve hiçbir zaman da inkar etmeyi düşünmüyorum; bu hayatta çok kez aşkı yaşadım, ama gerçek değil hepsi platonik idi. Biri ağır bir platonik idi belki de, sevildiğimi düşündüğüm ve bence sevildim de. Ama eksik ama fazla, bir duygusal bağ yaşadığımıza hala inanıyorum da... Ama belli ki, yaşayacağım ve ömür boyu "benim, bizim" diyebileceğim bir aşkın zamanı daha henüz gelmedi galiba...


Geçmişi sık düşünüyorum, üzerinden 6 yıl geçse de; hala düşünüyorum... Birini sevmişim, sevildiğimi hissetmişim ve bazen hala aynı şeyleri hissetmeyi düşlüyorum. İşte bu zamanları yaşadığım her defasında, "Dünya üzerinde bir sürü dert olsa da" ben bu derdime sarılıp sadece istediğim şeyi düşünüyorum. Sevilmek ve sevdiğim ölçüde sarmalanmak! Hayat, bunları düşündürtüyorsa eğer, sınavımdır diyebilmek gerekiyormuş. Geldiği gibi yaşanmalı, üzünüldüğü kadar üzünülmeli ve bunlardan dersler çıkarıp; iyi hatıraları hatırlayıp gülüp, kötülerden ders çıkarıp tekrarlanmaması için çabalamalı...

İşte bu noktada, geçen haftalarda dersimi verdim. Birine pabuç bırakmadan, 6 sene önce yaptığım hatayı tekrarlamadım, olsun diye istemediğim bir şeyi yapmaya girişmedim. Benliğimi hiçbir zaman yitirdiğimi düşünmüyorum ama küçük bir hatadan döndüm. "Mış" gibi yapmadım, hiç yapmamıştım ama yapmamaya devam ettim. Aldığım dersi tekrarladım, bana yapılanı yapmayacaktım ve de bana her ne şekilde gelirse gelsin birisi; karşımdaki kırılır mı diye düşünmeden en başta yapacaktım, doğruluğumu dürüstlüğümü ve istemediğimi söyleme meselesini... Dediğim gibi; sevilme meselesinde karşı cinse bağlamayın bu konuyu, her cinsle olabilen ilişkilerimiz için konuşuyorum bu konuyu hala...

Sevmek-Sevilmek olgusuna dönüyorum tekrar; her konuda karşılıklı olunca güzel, ama galiba karşı cinsle karşılıklı olunca daha da özel... Hala yaşamadım diyorum ama birazcık yaşadım galiba. Bu sıra yine düşler olduğum "garip-belki gereksiz" bir özlem olsa da içimde bu durum... Sevmek-Sevilmek, önce arkadaşlıkla başlamalı ve öyle devam etmeli benim için. Karşınıza şans geçer ise, "arkadaşlığı es geçmeyin" diyesim var bu ara. Çünkü özlediğim, esasında o kuralları konulmayan ama aranızdaki bağın sağlamlığına göre kendiliğinden kurulan ve sanki hep varmışcasına hiç yabancı gelmeyen arkadaşlık bağı... Onu kurduğunuzda oluyor aslında, ama bazen de olmuyor aslında...

Anlattıklarımla ben kendimi rahatlattım ve fazlasını da istemiyordum bu yazı için ya... Size de diyeceğim; arkadaşlığı ve bir bütün olmayı var edin önce, kendiniz ve karşınızdakiler için.  Birini seversiniz, sevilirsiniz veya işler yolunda gitmez kendinizi iyi hissetmezsiniz; güzel anıları yolculuk bilin, kötülerini ders ve hayatınızın parçası... Hayat sevdiğiniz ve sevildiğiniz, bir de sevilmediğinizi düşündüğünüz anları düşleyerek devam ediyormuş ne yazık ki. En iyi veya en kötü anınızda; bu geçmişte kalmış da olsa düşünmeyi sevdiğiniz sevgi, aşk ve arkadaşlığın muhasebesini yapmak ile yeni gelenleri bir tutmamak meselesinin sınavlarından geçmek, bitmek bilmeyen bir sınav belki de...

Ve önemli olan, Arda Erel'in şu paylaşımında da dediği gibi; sevgiden vazgeçmemek gerek, birinden vazgeçmek zorunda kaldın diye, dünyadan vazgeçmemek gerek. Sever sevilirsin de yine, iyi-kötü anıları ders bilmeden, aynı hataları sürdürmeyi göze almamak gerek...

Bu da böyle bir yazı oldu işte. Okuduğunuz için sevgilerimle. :) 
#didemingozunden

13 Mayıs 2018 Pazar

Anneler Günü Bugün - 13.05.2018


Anneler Günü Bugün. Aslında çok söze gerek yok tek bir "Anne" kelimesini kullandığınızda. Dünyanın büyümesine, gelişimine vesile onlar. Onların doğurdukları ve onların büyüttükleri... İyi ki de varlar...



Herşeyin bir günü var günümüzde neredeyse; her hastalığın, her sıfatın, her canlının... İçlerinde en önemlisi Anneler ve Babalar Günü olduğu kadar, bir o kadar da üzücü bence bu ikisi. Annesi veya babası olmayanları da düşünüyorum ben böyle günlerde veya çocukları olmayanları...
Aslında bugün düşündüm de, kötü tarafından bakıyormuşum bu duruma biraz da. Evet Anne-Babası olmayanlar için hep daha çok üzüldüm özel günlerde, çünkü kendimi onların yerine koyduğumda bu çok acı geliyordu bana. Özel günlerde anne baba'nın eksikliği daha çok hissedilir diye düşündüm. Öyleydi de gördüğüm. Ama anne demek, bir çocuğu doğurmak değilmiş sadece. Zamanla öğrendim ve gördüm ki; etrafımda öz anne babası olmasa da, onlar kadar sevebilecek birileri çıkıyormuş karşısına insanın. Bilmezdim böylesini oysa ki...

Bazen de hayat üzerinde insan kendi kendisinin anne-babası olmayı öğreniyor. Veya bir baba, aynı zamanda annelik yapmayı öğreniyor. Bu işler yürek işi dedikleri gibi... Çok gözlemleme fırsatım oldu diye boşa demiyorum. Kimi zaman hiç duymadığım bilmediğim hikayeler duydum, "Helal Olsun" dedim. Kimi zaman da, Öz anne-babaların yavrularına yaptıklarını duydum, "Yok Artık" dedim... En nihayetinde öğrendim ki, özlük üveylik bazen farketmezmiş. Yeter ki yüreğini koyabilmeliymiş insan bu hayatta...

Artık annelerimiz ve tüm anne bildiklerimizin günü diyorum bugün için; hergün onların günü olsa bile... Bir anne yüreği, bu dünyadaki en yüce gönüle sahip bence. Tüm çocukları çocuğu bilen, anneliğin nasıl can yakıp nasıl canını tatlı ettiğini söyleyendir. Yavrusu için ölümden korkandır, sırf yalnız bırakmamak için dünyada...

Annem deyince; içim cız ediyor benim de ve biliyorum 2 dünyada da annemin bana yaptığı tüm fedakarlıkları ve emeklerini ödemem çok zor. Allahım her evlada benim gibi anne nasip etsin diyebildiğime şükrediyorum. Ve annem de bizim hakkımızda, her anneye evlatlarım gibi evlat nasip etsin diyorsa; bu dünyada başka birşey istemem sağlıktan başka... :)

Kısacası; annelik doğurmak değildir sadece, büyütmek de değildir aslında sadece, her çocuğun annesi olabilmek, anne şevkati gösterebilmektir de bence. Kadınlar da değil, erkeklerde anne olabilir. Sevmekten gelir herşey yani. Koruma, kollama, güzel yönlendirme ve onun için savaşabilme içgüdüsü ve yüreğiyle donanabilmiş tüm kalplerin anneler günü kutlu olsun ve mutlu geçsin bir ömrünüz güzel anneler... :)
Sevgilerimle...

3 Mayıs 2018 Perşembe

Ay Bahçesi, Senden Önce Ben, Sen Anlat Karadeniz - #didemingozunden


Merhabalar. İki yazı öncesinde, Bir Kitap, Bir Dizi Film, Bir Video'dan bahsetmiştim, burada. Şimdi de Bir Kitap, Bir Film ve de Bir Dizi ile karşınızdayım. :) İyi okumalar diliyorum...


Bir kitap okudum, yüreğime dokundu; Ay Bahçesi...

Bahsetmesem olmazdı burada da ve bu yazıyı yazarken son okuduğum kitap olduğu için de eklemek istedim. 1 haftada okudum bitirdim ve istediğim hallerde bulunmak dedim çoğu yerinde: sevmek, sevilmek ve emek verip karşılığını almak. Pişman olmadan sevmek istiyor insan, yaşadıkça mutlu olmak ve en kötü anında bile sevdiğine bir an olsun gözünü devirip lanet etmeden...


Ay Bahçesi kitabı bana bu duyguları hissettiren. Hem biraz konusuna ve hem de içeriğinde beğendiğim cümlelere dair alıntılarımı okuyabileceğiniz diğer bloğumda yazdığım Okudum yazım da burada... :)

Kristin Hannah'ın bu kitabındaki Selena ve Ian'ın aşkı, "Yahu bu saflığı neden bu dünyada arayıp da bulamıyoruz ki?" dedirtti ama çok geçmeden de şunu dedirtti; "Bir söz vardır Didem; bulamıyor değilsin, henüz zamanı gelmemiştir. Sen o aradığına uygun kıvamda hayatını şekillendirmeye devam ediyor musun, elbet seni bulacaktır. Şimdi değilse, başka bir zaman ve başka surette. Ama emin ol bulacaktır..."

Aşkı bulacağıma da, o varlık ile karşılaştığımda duyduğum sukunete de kavuşacağıma da inancım tam ama düşünmekten duramıyor de mi insanoğlu... Ne bizi beklemeye iten diyorum bazen, aşk olmadan dünyaya daha şevkle bağlanmayı sağlayamamak mı? Evet, belki de böyle. En azından bana öyle geliyor. Bu dünyada, bazılarımıza kalırsa; bu dünyayı gezmek, görmek ve tatmak büyük bir haz tek başına var olmasıyla. Ama bazılarımıza göre de, iki ruhun bir araya gelmesi ile beraber aşk mertebesine biriyle ulaşmak ve o aşkın küçük-saf ve bir ömür tadına doyulmayacak "Tanrının lütufu meleklerle" etrafının donatılmasına duyulan arzuyla sarmalanmak...

Yani demek istediğim, herkesin sade deyimiyle "yuva kurmak." Bir yere, birilerine, sevgi bağıyla ait olmak ve o sevgi bağıyla bir hayatı insanca ve anlaşarak mutlulukla paylaşmak. Bunları arzulamak bir zamanlar beni çok rahatsız ediyordu, "Var olduğum yerden mi memnun değilim sanki?" dedirtiyordu. Oysa şu an isterken de, o an isterken de memnuniyetsizlik değildi isteğimin nedenleri; sadece, arzu etmekti. Mutluluğu, güzel hülyalı günleri ve geceleri; kendi oluşturmak istediğin aileyi de ailene katmayı... Yaşsal mevzulardır belki de bu hissettiklerim. :)


"Bir Film İzledim, Hayatım Mı Değişti?"; Senden Önce Ben (Me Before You)...

Hiç anlamazdım, "bir film izledim hayatım değişti!" diyenleri. Birçok kez birçok filmi küçümsedim, bir çok kitabı da; bu filmi de küçümsediğim gibi... Öyle ya, birine güzel gelen şey bir başkasına güzel gelmek zorunda da değildi. Bunu daha iyi kabullendim ki, "Bir Film İzledim, belki de hayatımı değiştirecek." diyorum şimdi...

Senden Önce Ben; Ruhuma kalbime dokunan ve bana kendi korkularımı hissettiren ve çokça ağlatan bir film oldu. İnanır mısınız (Ki ben bile inanamıyorum) afişini gördüğümde tüylerim ürperiyor. Ömrün boyunca izlediğin en iyi film miydi, diyeceksiniz. Hayır, ömrüm boyunca daha iyi filmler de izledim. Ama o filmlerin arasına bir film daha eklendi. Benim için esaslı bir şekilde. Çünkü beni o gün o gece ağlatan, filmin bana hissettirdikleri idi. Filmde bulduğum kendi korkularım, kötü hissiyatlarımın gün yüzüne çıkması ve çaresizliği hissedip de o çaresizliğe geri dönme korkumdu.. 




Bazı filmler ruha daha esaslı dokunuyormuş ki, diyormuş insanlar o malum sözü. "Bir film izledim, bir kitap okudum, hayatım değişti." diye bir şey varmış. Benim ruhuma, korkularıma ve düşüncelerime dokundu Senden Önce Ben filmi. Üstelik izlememek için çok direnmiştim ve de sadece drama yapıyorlardır diye önyargılı davranmıştım daha öncesinde bu filme... Kendime bahane bulmuştum; kitabını okumadan izlemeyeceğim bu filmi, diye. Ama hayatın akışı bu belki de. Arayışta olduğum bir anda, "İzle şu filmi" dedi içimden bir his...

Düşündüğüm hep, yapmak istediklerim varken, neden duruyorumdu? O gece filmi izlerken bu soru kendini tekrarlayarak içimi taşırdı. 30 Nisan 2018 gecesi, sabaha karşı; kararlılığımın doruk noktasına ulaştım. O gece kararlılığımı, bloğumda şu yazımda da anlatmıştım. O sabah uyuyup uyandığımda, ben hayallerimi gerçekleştirmek için yazmaya yeniden başladım ve kararlılığım diğerleri gibi sönüp gitmiyor. Bir de; bu sefer benim elden bırakmaya da hiç niyetim yok, bu güzelliği bulmuşken kaybetmeye! :)



Bana Göre, Son Zamanların En Amacına Uygun Dizisi; Sen Anlat Karadeniz...

Çok yorum alıyor, çok söyleniliyor ama Sen Anlat Karadeniz dizisi bence son zamanların en amacına uygun dizisi. Konuşulmayan her şey daha kötüye gitmeye meyillidir diyorum ya, dizinin işlediği konu da bu yoruma tam uygun; ülkemizde kadına şiddet ve toplumuzda önemsenmemesi... Tabu haline getirdiğimiz her şey yanlış yönlere gitmeye gebedir hala düşündüğüm üzere. Filmde görüp de, "Yok canım, daha neler" dedikleri her şeyin daha fenası bizim toplumumuzda ne yazık ki var... Büyüklerimden dinlediğim üzere, hiçbirine yaşadığım toplumu bildiğimden dolayı çok aşırı şaşırıyorum diyemem.

Annem ve babamların memleketi Sivas. 2-3'ten fazla bir araya gelinip toplanıldı mı, bir de eski konular açılıverdi mi, köyden bahsedildi mi, öylesine derin konulara giriliyor ki; boşuna sosyoloji okumamışım diyorum, onları dinlemeye ve kendi düşüncelerimde irdelemeye bayılıyorum...

Sen Anlat Karadeniz'de; Karadeniz'e bir adamın yaşattığı zülumlerle dolu hayatından kurtarılıp getirilen Nefes ve de onu koruyup kollamaya ant içen -ama sözde geleneklerine çok bağlı köylü halkı bulunan bir yerde- Karadeniz'in Trabzon ilçesine bağlı bir köyde yaşayan Deli Tahir var. Bu şartlar altında birbirlerini severlerse ne olur, yer yerinden oynuyor tabii. Çünkü saçma bir düşünce var, bekar kızlar dururken "çocuklu kadına aşık olmak" da nedir?

Ne yazık ki ülkemizde, insana insan gibi davranılmıyor. Acı çekene, ne yaşamış dinlediği halde inanmamak gibi bir tavır alıyorlar. Kötüyü benimsemek var, çünkü kadın bile kadına güvenmiyor. O yüzden gerçeği hiçbir zaman görmüyorlar. Çocuklu olması yetiyor onlara, kendilerinden bilmemek adına. Kadın kadından bile değer görmüyor ülkemde, ne yazık ki...

Ve dünkü bölümde Tahir ile Nefes evlendi. Şimdilik dünkü bölümden konuşacak olursam; dizideki birkaç kadın haricinde her kadın dedi ki, "çocuklu kadınla evlendi, bunca bekar kız varken." Bu fikir ne yazık ki öyle yaygınlaşmış ki, kadın bir kez evlendi ise ve mutsuz değil ise ayrılmaya hakkı yok görülür Anadolu'da ülkemde. Bu durum beni çok ama çok üzüyor düşündükçe, benim ülkemde kadına değer verilmez ise; nasıl gelişeceğiz ve geliştireceğiz biz yeni nesilleri...

Sadece tek bir noktaya değiniyorum, kadına şiddete ve de kadına inanılmamasını geçiyorum ve dizide gösterilmesine nefret dolu bir çevre var ama ben gösterilmesinden de yanayım. Anlamıyor kimse yoksa, ülkemizdekileri görmezden geliyorlar. "Yapmayın, etmeyin" diye bağırasım geliyor. Diyorum ki işte, son zamanlarda izlediğim ve en amacına uygun "sosyolojik yaralara dokunan" konularıyla bir dizi var ise o da budur. Dizinin yazarlarını tanıdığım için, gönül rahatlığı ile şans vermiştim izlemek adına. Wattpad'deki kitaplarıyla tanımıştım ikisini de; "Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem, kaleminize sağlık. Yolunuz hep açık olsun inşallah diyorum, dizide emeği geçen her kişiyle beraber... 


Bu yazımın da konuları bu kadardı. Bir dahaki "bir ..., bir ..., bir ..." tarzı yazımda görüşmek üzere; artık boşlukları gözlemlediğim her ne doldurursa... Sevgilerimle. :)